20 Ağustos 2012 Pazartesi

Gezegen Hikayeri'nde Mars


Bildiğiniz gibi Mars, Yunan ve Roma mitolojisinde daima savaş ile ilintilidir ve sayısız hikayelere konu olmuştur.  Mars'ta hayat var mıdır; yok mudur? Yoksa herkes dünyada mıdır? Sizlerde farklı bir bakış açısı oluşturması için Celeste isimli medyumun 1991 yılında yazmaya başladığı “Gezegen Hikayeleri”nde Mars’la ilgili aldığı bilgilerin bir kısmını sizlerle paylaşacağım.

Mesajı veren “Kroisos, Gezegenler Konseyinde  Mars’ın Temsilcisi”

Dünya gibi Mars’ın da taştan oluşan bir çekirdeği, bir atmosferi, suyu, mevsimleri vardır ve ısısında ılıman değişimler görülür. Dünya gibi, Mars’ta evrimine 3. Boyutta bir çok yaşam formlarıyla başladı. Bahçıvanlar, yeni oluşan Güneş Sistemine bir çok gezegen tohumları ektiğinde, Mars’ta çeşit çeşit canlı biçimleri oluşmaya ve gelişmeye başladı.

Daha sonra Gözlemciler, Yüksek Işık Bilinçlerini aşılamak için en başarılı yaşam biçimini seçmeye geldiklerinde, önlerinde pek çok seçenek buldular. En sonunda 2 böcek biçimli formda karar kıldılar.

Birisi dünyadaki karıncalara benziyordu. Öteki ise daha çok peygamber devesine benziyordu. Gözlemciler, her iki yaşam formunda da zeki bir gelişme için eşit derecede potansiyel buldular. İkisinden birini seçmektense, her iki ırka da ışık aşılamaya karar verdiler.
İki canlı türü de aynı ortamda aynı zamanda geliştiklerinde, aynı bölge için rekabet etmek zorundadırlar. Bu alışılmadık karar yüzünden oluşan durum, ta başından beri bir güç çatışmasına eğilim gösterdi. Bu karar yüzünden, her iki cins arasında koşullara özgü bir rekabet atmosferi oluştu, bu da Mars’ı o kırmızı savaş gezegenine dönüştürdü.

Gözlemcilerin işi, genişleyen kozmos’ta, dağıttıkları Yüksek Işık Bilincini, kişilere aşılayarak, onların ne yapma bilincine ulaşmalarına yardımcı olarak bir farkındalık sağlamaktır. Daha büyük farkındalığa varmak, ortama daha hızlı bir biçimde adapte olmayı sağlar. Bu da bilincin daha çok gelişmesini sağlayan fazladan bir enerjiyi beraberinde getirir. Evrimin helezonu böylece hızlandırılmış olur.
Bu iki insanın helezoni bir merdivende yukarı aynı anda çıkmaya çalışmasına benzer. Merdiven her ikisine de dar gelir ve ilerleyemezler. Eğer iki kişi itişip kakışmayı bırakır, içlerinden birinin öne geçmesine izin verir, sonra da onu izlerse, hiçbir engelle karşılaşmadan ilerlerler. Böyle olmazsa karmaşa başlar ve kimse ilerleme kaydedemez. Mars’ta da böyle olmuştu. Her iki türde evrim merdivenlerini aynı anda tırmanmaya kalktı.

Çatışma kaçınılmazdı. Başlangıçta her iki tür de çevrelerinde kendilerini meşgul eden bir sürü zorluklarla karşılaştı. Uzun asırlar boyunca, genişleyen zekalarını çevreyi keşfetmek için kullandılar.

Karınca varlıklar son derece düzenli, komünal bir toplum kurmuşlardı, tıpkı dünyadaki karınca kolonileri gibi, onlara büyük bir güç veren birlik bilinci geliştirmişlerdi ama bu birlik duygusu bireysel yaratıcılığa hiçbir şekilde izin vermiyordu.
Öte yandan, peygamber devesi ırkı, ruhla ilişki kurma üzerine yoğunlaştı. Bu ırk dış çevrelerini, yüreklerini, zihinlerini, içten geliştirerek, değişmeyi amaçlıyordu. Bu iki ırkta sonunda kendilerini evrim basamaklarında itişirken buldular. Karınca ırkı hiçbir şekilde geri adım atmaya niyetli değildi. Tek bildikleri, kararlaştırılan işi tamamlamak ya da görevde ölmekti.

Bu süreçte kaç kişinin öldüğü önemsizdi. Tek önemli olan, topluluğun iyiliğiydi. Karıncalar zafer kazanana ya da ölene kadar devam edeceklerdi. Yani çekişmeden çekilmek ve karıncaların merdivenden önce çıkmalarına izin vermek peygamber develerine düşmüştü.

Karıncalar bir an bile duraksamadan her yere büyük bir hızla yayıldılar. Nüfusları Mars’taki bütün türlerin nüfusunu aştı. Karıncalar, asırlar boyunca denetimsiz biçimde çoğaldılar ve fanatikleştiler. Bu saplantıları, onlara yaşamın öteki yönlerini göz ardı ettirdi. Yaşam düzenlerini eski kurallara ve kanunlara sıkı sıkıya bağlı kalarak sağlıyorlardı. Kimseye kendisi için düşünüp, kendisi için hissetmeyi öğretmiyordu.

Sorumluluk bilinçleri çok gelişmişti ama yaratıcı değillerdi. Sadece bir grup, değişiklik yapabilecek kadar güçlü ve yeni fikirleri olan bireyler sayesinde gelişebiliyordu. Birlik bilinci güçlüdür ama bireysel yaratıcılığa duyulan saygıyla denetlenmesi gerekir.

Mars’taki karınca türü, tümüyle sol beyine dayanan, mantıklı, saldırgan, eril bir toplum geliştirmişti.  Kendilerinin sağ beyine dayanan, sezgisel, kavrayışlı dişil yönünü göz ardı etmişlerdi.
Mars’ta bu süreç, aşırı uçlara götürülerek, kendini yok edişe kadar sürmüştü. Sonunda karınca türü hem çevresini hem kendisini yok etti.

Karınca türü, merkeze bağlı koloniler biçiminde örgütlenirken, peygamber devesi türü, isterseniz onlara Saygıdeğer Irk diyelim, tam anlamıyla farklı bir kültür geliştirmekteydi.

Adlarının da akla getirdiği gibi dış dünya yerine ruhun iç dünyasına yoğunlaştılar. En çok saygı duyulanları; dişil, algısı ve sezgileri güçlü, manyetik bir kişiliğe sahip olanlarıydı. Tüm kararlar içe dönülerek, ruhla birleşerek ve varoluşun daha yüksek boyutlarından ilham alınarak veriliyordu.
Ben Kroisos, Saygıdeğer Irk’ın bir üyesiydim. Asırlar bize sevginin, bütün güçlerden daha güçlü olduğunu öğretti. Aklı ve yüreği bir ederek,  yaratmayı öğrendik. Kentler yerine tapınaklar yaptık çünkü daha yüksek ruhsal güce ulaşmak bizim için elzemdi.

Tüm sanatçılarımız ve yaratıcı zekalarımız,  ruhu maddenin içinde somutlaştırma üzerinde çalıştılar. Muhteşem yapılar inşa ettik. Kubbeler, kuleler, piramitler ve heykeller yaptık. Bu arada Mars’ın demir kayalıkları, her şeyin tek kaynağını işaret edercesine yükseliyordu.
Akıl ve yüreği bir ederek yaratmayı öğrendikten sonra artık anıtlarımızın şekli ve büyüklüğü için bir sınır kalmamıştı. Bütün yapıların altında ilahi geometri yatıyordu. Binalarımız sadece güzel olmakla kalmıyor, aynı zamanda içlerine girenlerin bilincini yükseltiyordu.

Bu arada karınca komşularımızı da unutmadık. Onların çılgınlıklarını asla göz ardı edemezdik. Onların yayılmalarına karşı çıkmak yerine, geri çekildik. Onların saldırganlıklarından kurtulmak için daha yüksek boyutlara yükselerek çekildik.
Biz, evrim başmaklarından çekilip, karıncaların önden gitmelerine izin verdik. Onların o şiddetli, birleşik güçlerine karşı koymadık. Onun yerine, aynı mekanda, hızlı bir frekans kullandık.

Bu bilinç değişimi bir gecede olmadı. Orada öylece durup, karıncaların yarattığımız bütün güzellikleri yok etmelerini seyretmek bizce çok güçtü. Bazılarımız bu olaya seyirci kalamadılar.
Savaşçı olanlarımız, bu yapıtları korumak için savaşmaya gittiler ve yok oldular. 1976’da uzay aracı Viking I tarafından ilk kez fotoğrafı çekilen Mars’taki yüz ve piramitler uygarlığımızın yıkıntılarıdır.

Karıncaların, sevdiğimiz her şeyi saldırgan bir biçimde topluca yok etmeleri, inancımız yolunda en büyük sınavımız olmuştur.
Biz değişebilen dış formun, değişmez olan,  ruh kadar önemli olmadığına inanıyorduk. Maddeye mi yoksa ruha mı hizmet edeceğimiz yolunda bir seçim yapmaya zorlanmıştık. Bu toplu tekamül bizi varoluşun bir üst boyutuna sıçrattı. Saygıdeğer Irk’ın 4. Boyutta bir uygarlık kurması zaman aldı.

Bu arada karınca ırkı, Mars’ın yüzeyinde 3. Boyutta saldırgan bir biçimde yayılmaya devam ediyordu. Mars’taki bütün canlı türlerini egemenlikleri altına aldıktan sonra birbirlerine saldırmaya başladılar. Egemenliğe duydukları saplantılı gereksinim, onları kendilerini ve çevrelerini  yok edene kadar öldürmeye itti, saldırganlıklarını sürdürmek için yeraltına indiler.
Evrimlerini sürdürebilecekleri, 3. Boyutta olan bir başka gezegen buldular. Dünya en yakın komşuları, deneyimlerini sürdürmeleri için onlara mükemmel bir olanak sunuyordu. Karınca türü kalabalık gruplar halinde Dünya’da bedenlenmeye başladı.

Ancak, evren kanunu onların yıkıcı etkilerinin sınırlanmasını gerektiriyordu. Mars enerjilerinin çoğu, Dünya karıncalarının küçük bedenlerinde bedenlendi. Saldırgan Mars bilincinin, ihtiyaçları karşılandığı sürece, bireyselliği düşünmeden grup içinde ölen karıncaların bedeninde sürdürülmesine izin verildi.
Bir şey daha var aslında: Karınca görmeye dayanamayan ve her fırsatta onları öldürmeye çalışan kişiler, geçmişte başka alemler de yaşanmış savaşlara tepki göstermektedir. Unutmayın, savaşçı bilinç birçok çatışma olasılığı yaratır.

Bu da  barışçıl savaşçının koşulsuz sevgiye ve sarsılmaz huzuruna ulaşması için gereklidir. Mars bilinci, Dünya’da ilahi plana hizmete devam etmektedir. Saygıdeğer Irk’ın üyeleri de dünyada bedenlenmişlerdir. Bunların, 3. Boyuttan, 4. Boyuta geçmeleri onların asla kusursuzluğa eriştiklerini göstermez. Onların daha öğrenecek çok şeyleri vardı. Zamanla o anda idrak edemedikleri bir çok şeylerin farkına vararak, Işık Birliği’nin değeri anlaşıldı ve bu birliğin geleneğine uyularak ve hizmet vererek evrimleşmeyi kabul ettiler.

Dünya’nın koşulları, bizim geçmişteki Mars deneyimimizin koşullarına o kadar çok benziyordu ki, Saygıdeğer Irk’ın pek çok üyesi, zorlukla kazandığı bu bilgeliği Dünya insanıyla paylaşmaya gönüllü oldu. Bizler, Dünya’ya savaş karşıtlığını öğretmeye geldik.

Dünya tarihine bakarsanız, bütün öteki felsefelerin yanı sıra pasifist bir felsefenin geçmişten beri süregeldiğini görürsünüz. Bu barışsever düşünürler, savaşçı bilinçler kadar gösterişli değillerdir. Onların fikirleri genellikle, sorunların çözümü için önerilen şiddet yanlısı fikirler arasında kulak ardı edilir. Bu bilincin çağdaş ve tanıdık örnekleri arasında Gandhi’yi ve Martin Luther King’i gösterebiliriz.
Bunların hepsi aslında Mars’taki Saygıdeğer Irk’ın bilgeliğini ve deneyimlerini bilinçlerine kazımış, ruhsallığı merkez almış filozoflardır. Ortadoğu asırlar boyunca her iki Marslı yaşam biçimi için uygun deneyim arenası olmuştur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder