20 Ağustos 2012 Pazartesi

Gezegen Hikayeleri'nde Mars : Kroisos (Karun)'un Öyküsü





Her iki Mars bilincinin bir harmanlanmasının örneği olarak, Kroisos adıyla Lidya’da bedenlendim. Genetik yapım hem Karınca türünün saldırgan eğilimini, hem de Saygıdeğer Irk’ın şiddet karşıtı inançlarını barındırıyordu. Yaşamımın amacı, görünürde zıt olan bu kişilikleri dengelemeyi öğrenmekti.

Babam Alyattes, Iyonya’nın neredeyse tümünü fethetmişti. Ben babamın Genel Valisi ve Ordusunun Komutanı’ydım. Babam ölümünden sonra üvey kardeşimle biraz çatıştıktan sonra Kral oldum. Önceleri mükemmel bir yaşantım vardı.

Dışarıdan bakanlar, altın madenlerime, fethedilen ülkelerden aldığım vergilere, gücüme, haşmetime ve başkentim olan Sardis’in doğu/batı ana ticaret yolunun üstünde olmasına gıpta ediyorlardı.
Bütün bunlar beni hayal edilemeyecek kadar zengin yapıyordu. Ama adım tarihe zenginliğin eş anlamı olarak yazıldı. Kroisos (ya da Karun) ismi o günden beri bir zenginlik simgesi olarak bilinir.
Lidya’lılar eğlenmeyi seven, hoş insanlar olarak tanınıyorlardı. Bizden geriye kalan sanat eserleri, el sanatları bizim dans etmeyi, müziği, güzelliği ve ailelerimizi ne kadar sevdiğimizi gösterir.
Bu sanat eserlerinde de görüldüğü gibi ziyafet alemlerinde müziğe kendini kaptırarak dans eden dansçılara, flütçüler ve arpçılar eşlik ederlerdi. Kadınlar ve erkekler bir yandan yiyip, içerken, bir yandan birbirlerinin kollarında yatarlardı. Kadınlar, sevgi dolu aile sahnelerinde eşit rollere sahiptiler.

Mezarlarımız, minik odacıklardan oluşan evlere benzerdi, her odada bir aile üyesinin lahiti bulunurdu. Yunan tarihçileri, M.Ö. 8. Yüzyılda yaşanan kıtlıkta bile, zevk içinde yaşadığımızı söylerler.
Anlattıklarına göre, Lidya’lılar bir gün kumar oynayıp oruç tutarlar, ertesi gün ziyafet düzenliyorlarmış. Ertesi gün yine oruca ve kumara dönüyorlarmış, vb. Bu hayali yöntemle, onsekiz yıl süren kıtlıktan, yaşam biçimimizden ödün vermeyerek çıkmışız.

Bu güzel yazgım uzun sürmedi. İlk oğlum sağır doğduğunda yazgının ilk sillesini yemiş oldum. Oğlum konuşmayı öğrenemeyeceği için benden sonra Kral olmayacaktı.
İkinci oğlum büyüyüp bir delikanlı oldu ama bir av kazasında öldü. Kendi kişisel kaderime ek olarak, Pers Kralı I. Kyros, Med ülkesini fethederek bizi tehdit etmeye başladı.
Ufukta yükselen bu tehlike karşısında Mısırlı’lar, Isparta’lılar ve Babil’lilerle görüşmeler yaparak, ittifak kurmaya çalıştım. Aynı zamanda Delfi’deki ’deki Yunan tapınağı’na altınlardan oluşan yüklü bir hediye göndererek öğüt istedim.

Tapınak’taki Kahine bir çok kez kehanetleri için para ödemiştim. Bu kez Delfi’deki  kahin gizemli bir yanıt göndermişti. “Eğer nehri geçersen, bir krallığı yok edeceksin.” Bu yanıtı, müttefiklerimi beklememem gerektiği yolunda yorumladım.

Bu düşünceden yola çıkarak, inisiyatifimi ele alıp, Pers ordusunu yolda karşılamaya karar verdim. Ordumu nehirden geçirdim. Pteria’da çarpışmaya başladık ama bu her iki taraf içinde hezimet oldu. Bundan sonra Sardis’e dönüp, yeniden bir grup oluşturmaya karar verdim.
Kyros, Lidya ordusunu takip etti ve bize beklemediğimiz bir anda, kent surlarının hemen dışında saldırdı. Büyük bir şaşkınlığa uğramıştık. Çok geçmemişti ki, Pers’lerin değil, benim Krallığım yok olmuştu.
M.Ö. 526 yılında tutsak düşmüştüm. Başkentim fethedilmişti ve Lidya Krallığım sonsuza kadar yeryüzünden silinmişti.
Ancak Yunan’lı tarihçiler, Kroisos’un başına neler geldiği hakkında her zaman çelişkili bilgiler vermişlerdir.

Bacchiylides yazıtlarında, kendimi bir ölü yakma töreninde ateşe atarak yakmaya çalıştığımı, ancak bunda muvaffak olamayarak yakalandığımı anlatır.

Heredot ise, Kyros tarafından yakılmamın emredildiğini ancak Yunan Güneş Tanrısı Yüce Apollo tarafından kurtarıldığımı uzun uzun anlatır.

Ona göre, daha sonra Kyros’dan sonraki Kral Kambuzya’nın yanında Mısır’da görülmüştüm. Yunanistan’da doğan Pers’li doktor Cterias da, Kroisos’un, sonunda Med ülkesinde Barene Valisi olduğunu anlatır.
O gün, M.Ö. 526 yılında büyülü olaylar olmuştu. Sardis’in savunma savaşımızda her şey çabucak olup bitmişti. Plan yapacak ya da düşünecek kadar zamanımız yoktu. Pers’liler kentin içinde hızla yayılırken, kenti yakıp yıktılar ve yağmaladılar.

Ben savaşın en civcivli yerindeydim. Sağır oğlumdan gidip, anne ve kız kardeşlerini korumasını istedim. Oğlum ailesini savunurken öldü. Sevgili eşim ve kızlarım paramparça edildiler. O günün sonunda esir alınmış ve Kyros tarafından yargılanmak üzere ona götürülmüştüm.
Düşünün, tam anlamıyla ezilmiş ve yenilmiştim; zafer kazanmış Pers Kralı’nın önünde dizlerimin üstünde zincirlerle bağlanmış duruyordum. Benim için ölümden başka kaçış yoktu.
Kyros tam ölüm emrimi verecekti ki, başımı kaldırıp Pers Kralının ta gözlerinin içine baktım. Tam o anda gerçeği gördüm. Ailemin zalimce katledildiğini, krallığımın yok olduğunu biliyordum ama o anda her şeyi bağışlamaya karar verdim.
Öfke ve kin içinde ölmektense, Mars’lı ruhumun derinliklerine daldım ve orada derin bir huzur buldum. Öfke ve umutsuzluk içinde ölmekten daha iyi bir yol olmalıydı. O bilinçli karar anında, ölümün eşiğindeyken, bir değişim geçirmiştim.

İşte o an, barışçıl bir savaşçıya dönüşmüştüm. Kanlı, kirli bedenim, başka dünyaya ait bir ışıkla altın gibi parlamaya başladı. Bu içten gelen esrarengiz ışıma, o karanlık geceyi gün gibi aydınlatmıştı.
Kyros ve askerleri hayretle geri çekilmişlerdi. Gördüklerine inanamıyorlardı, nefesleri kesilmişti. Böyle bir şey nasıl olabilmişti? Gözlerinin önünde bir Tanrı’ya dönüşmüştüm! Bu bir mucizeydi!

Benim Güneş Tanrısı Apollo’ya dönüştüğümü sanmışlardı. Bir tanrıyı öldürmeye cesaret edemiyorlardı.  İşte hayatım Sadris’te böyle kurtulmuştu.

Kyros bana ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Beni uzun süre zindanda tuttu. Arada sırada beni saraya çağırtıp, tutumumu değiştirip değiştirmediğime bakıyordu. Ben nefret etmeyi hala reddediyordum.  Herkesi sevmeye ve onlara merhamet duymaya devam ediyordum.
Yaşlı kral için bir bilmeceydim. Bir savaşçıda böyle bir ruhsal gücün  bulunmasına bir türlü inanamıyordu.  Zaman geçtikçe Pers Kralı bana hayranlık, sevgi ve saygı duymaya başladı; sonunda güvenini kazandım.

Beni Pers sarayına kabul etti ve bana görev verdi. Bundan sonra hayatıma barışçıl bir savaşçı olarak yaşadım. O yaşamımda, insanlara Mars’lı saldırganlığının sevgiyle yumuşatılabileceğini göstermiş oldum.
Işık Birliği’nin uzun vadeli planları, yazgıların en yükseğini yaşamayı seçen savaşçıların içinde meyve verir. Tek bir adam bile yok etmek yerine bağışlamayı seçerse, karşı taraflar arasındaki çekişme sona erebilir. Tek bir kişi bile barışçı olmayı seçerse, ötekiler içinde bir yol açar ve onlarda sorunlarını barışçı yollarla çözerler.

İşte Mars’lıların yücelme öyküsü böyledir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder