31 Ağustos 2012 Cuma

Ayrılık ve Tedavi Süreci


Artık hayatımdan çıksan diyorum,
Bu ikili delilik sona erse,
İkimiz için de en hayırlısını diliyorum,
Hiç olmamış, gibi davranabilmeyi,
Bu yok ediciliği anlayabilmeyi,
Bir bilsen ne kadar yürekten istiyorum,

Lütfen!
Görmeyeyim seni,
Bir yerlerde karşıma çıkma,
Konuşmayalım, bakışmayalım,
Ne olursun?

Daha fazla tükenmeye takatim yok!

Sanki  aşkı  öğütmeye programlı gibiyiz,
Aslında bakarsan insan olarak iyiyiz,
Ama daha fazlasını isteme benden yalvarırım
Ben bittim artık kalmadım.

Sabah ofise gelirken, radyoda ‘İkili Delilik’ isimli şarkıyı dinlerken, mısraların etkisiyle  terk edilen yaralı kalplere bir nebze merhem olsun diye,  bugünkü yazımın konusunun ‘Ayrılık ve Tedavi Süreci’ olmasına karar verdim.

Evrim yolunda ilerlediğimiz bu dünyada, herkesin enerjisi, düşüncesi, fikirleri, hayat görüşü doğumundan ölümüne kadar aynı kalmıyor, sürekli aşama kaydediyoruz.

Zaman için de yol alıyoruz; birlikte yola çıktığımız kişi ile varılması gereken hedefe varamadıysak, ayrılık kaçınılmazdır. Bu yolculukta çok faklı kişilerle karşılaşırız ve yolumuza bir başka yolcu ile devam ederek, bir sonraki hedefe varmaya çalışırız. Biz son durağa varana kadar bu şekilde sürüp gider. Aradan yıllar geçip, farklı bir bakış açısıyla baktığımızda, kendimizi yıprattığımız ayrılıkların, aslında bizim için en hayırlısı olduğunu görürüz.

Hayatınızın bir bölümünü paylaştığınız kişiyle,  yolunuzun bir şekilde ayrılması gerektiğinde, hepinizin bildiği gibi  taraflardan biri klasik ayrılma cümleleri söyler.

En ruhsuz olanları ile başlayayım:
 
Sen çok iyisin, benden daha iyilerini hak ediyorsun.
Seni arkadaşım gibi görüyorum,
Arkadaş kalalım,
Eminim bir gün anlayacaksın,
Olacağı buydu,
Aramızdaki yaş farkı fazla,
Senin sevgini hak etmiyorum,
İlişkimizi bitirelim demiyorum, biraz ara verelim,
Beceremedik,
Yaşandı bitti!
Bitti!
İlişkimizi tükettik.
Önümüzdeki maçlara bakalım!
Dükkanın önünü kapama hadi canım.
 
Asıl en komiği ise, sms veya e mail ile ayrılmak. Tek kelime ’bitti’. Ne bitti! İnsanın yüzüne bakıp hoşça kal demeyen birisi için yas tutulur mu? Daha doğrusu sanal aşk olur mu?
Duygusal ve/veya fiziksel tacizin yoğun yaşandığı bir ilişkinin bitişi sonrası, bir 'rahatlama' olması beklenir; ancak taciz travmasının etkileriyle psikolojik destek alarak başa çıkmaya çalışmak en doğru karar olacaktır.

'Toz pembe' gibi görünen bir ilişkinin, aniden ve şok edici bir şekilde bitmesi ya da çok uzun yıllar  'hangi yöne gideceği belli olamamış'  bir ilişkinin bitmesi gibi ayrılık biçimleri, ayrılığın kabullenilmesini zorlaştırır, hatta fiziksel bir takım rahatsızlıklara bile sebep olabilir.  
‘Onsuz yaşanmaz’ diye düşündüğünüz insandan ayrılmanın şoku ile baş başa kaldınız! Ne olacak şimdi? Ne güzel alıştığınız bir düzeniniz vardı. Kelimenin altını çizerek belirtiyorum alıştığınız, boşuna dememişler, alışmak sevmekten daha zor diye.
Yaşam biçiminiz kesintiye uğrayacak, evler ayrılacak, birlikte yapılan sosyal faaliyetler bitecek, belki sosyal statünüz düşecek, geleceğe yönelik hayalleriniz yıkılacak, ortak arkadaşlarla görüşmeleriniz kesilecek, arkadaşlar bölüşülecek, her şeye yeniden başlanacak, …..  Bir de karşı taraf yıkıcı ayrılık cümleleri sarf ettiyse, oofff depresyon katmerleşti.
Sonra yavaş yavaş iç sesimiz yükselmeye başlar:
Çirkinim,
Yetersizim,
Mutsuzum,
Kimse beni sevmiyor,
Yaşlıyım,
Çekici değilim,
Ben hiç mutlu olamayacak mıyım?
Doğru kadın/erkeği ne zaman bulacağım?
Bu kaçıncı kurbağa,
Bedeni mi beğenmiyorum
Bunu hak etmek için ne yaptım?
Yeni bir ilişkiye hazır değilim,
Yeni birisini nasıl bulacağım, zaten bunu bulmak için çok beklemiştim,
…………
Sudan çıkmış balık gibi  kaldık mı depresyonumuzla  baş başa?

 Ayrılık Sonrası Tedavi Sürecinde;

Öncelikle bol bol ağlayın ki, içinizdeki tüm tortular temizlensin. Ağlamak, kendinizi affetme yolunda mükemmel yardımcıdır. Ruhunuz yıkandıkça, sizde arınırsınız.
Ayrılığın sebebini idrak edin. 'Sevmek', 'hoşlanmak' ve 'aşık olmak' gibi duyguları nasıl yorumlandığınızı, bu duyguların yaşanmış ilişkiye ait duygular mı olduğu, yoksa o dönem yaşanan duygusal eksikliklerin etkisiyle mi yaşandığınızın farkına varın.

Biten ilişkinize ait sizde üzüntü yaratan ne var ise, kağıda dökün. Bunu sıkıntınız geçene kadar tekrarlarsanız, gün geçtikçe bazı şeyleri yazmadığınızı fark edeceksiniz ki; bunlar sizin aştığınız konular olacaktır.
Kızgınlığınızı, öfkeye dönüştürmeyin.  İntikam alma duygusuyla da hareket etmeyin, haklı bile olsanız sonrasında haksız duruma düşebilirsiniz. Gereksiz antipatikliğe gerek yok.
Ayrılık duygusunun üstesinden gelemiyorsanız veya ruhsal kusurlarınız sebebiyle ilişkiniz bitti ise bunların farkına varın ve profesyonel destek almaktan kaçınmayın. (Kontrolcülük, karşındakini dinlememe, baskın karakter, anne/baba rolü oynama, kıskançlık, sinirlilik, tembellik, öfke, vb)
Kendinizi yalnız hissettiğiniz  günlerde, ayrılık kararını sabote edebilir ve sonradan pişman olacağınız 'aramalar' yapabilirsiniz. Bu nedenle, ayrıldığınız  kişinin telefonunu ve e-posta adresini silmek sizin için en doğru karar olacaktır.
Evinizi elden geçirin. Ayrıldığınız kişinin eşyalarını atın veya kendisine yollayın. Size aldığı hediyeleri toplayın. İsterseniz bir kutuya koyup, dolabın en ücra köşesinde unutun, atın veya iade edin.
Kendinizi sevin ve yenileyinin. Kadınlar ilk önce saçlarından işe başlar ama dikkat, sonradan pişman olacağınız şeyler yapmayın. Zayıflamaya ihtiyacınız var ise zayıflayın, spora/dansa kayıt olun, meditasyon yapın, bedeniniz ile barışık olun.
İhmal ettiğiniz arkadaşlarınız/aile bireyleriniz ile ilişkinizi düzeltin.
Sosyal olun.
Kariyerinize odaklanın.
Bol bol seyahat edin, okuyun, yabancı dil öğrenin,  ufkunuzu genişletin.
Hemen yeni birini bulup, ‘bu da sana kapak olsun’ gibi bir düşünce de olmayınız. Fiziksel ve ruhsal olarak kendinizi tam hissedip, özgüveniniz yerine gelmedikçe yeni bir ilişkiye başlamayınız.
Her zaman daha iyisi vardır. 100 tane kurbağa da öpseniz, prensinizi/prensesinizi muhakkak bulacaksınız.
Evrim yolunda sizden geri partnerlerle ilişki yürümez. Standartlarınızdan taviz vermeyiniz. Herşey seks değil!...
Bir yudum sevgi uğruna, fiziksel, duygusal ve maddi olarak sömürülmelere karşı daima gözünüz ve duygularınız  açık olsun.
Aradığınız kişide olmasını istediğiniz özellikleri belirleyin. Listenizi 'mutlaka olmalı' ve 'olmasa da olur' diye iki kategoriye ayırıp, en önemlilerini belirleyin. Ancak, aradıklarınızın hepsini bir kişide bulmanız büyük ihtimalle mümkün olmayacaktır. Ama belki de bulursunuz kim bilir?

Hak ettiğiniz aşka/sevgiye kavuşmanız dileğiyle,





27 Ağustos 2012 Pazartesi

Marduk’dan Evvel El Nino Geldi


Bembeyaz kumsallar, berrak mavi deniz, cennet gibi bitki örtüsü,  güzel bir Uzakdoğu masajı eşliğinde mojito’mu yudumlarken, ‘acaba cennette miyim’ diyebilme  hayali ile yanıp tutuşan ben, evvel sene tsunami, geçen sene radyasyon akıntısı  korkusuyla, gidemediğim tropik ada tatilini; 21.12.2012 Marduk’la kavuşma anımızdan  evvel, ne olur ne olmaz 'son keyiftir' diye gerçekleştirmeyi planlıyorum ki; çeşitli  ajansların geçtiği minik haberlerini görünce cin çarpmışa döndüm desem yeridir.  Gerçi kendisinin geleceğini bahar aylarından beri biliniyordu  ama benim tatil planlarımla çakışmasa çok iyi ederdi.

Hain El Nino, ABD ve Japonya dahil bir çok ülkenin meteoroloji kurumlarının bildirdiği üzere ilk etkilerini Pasifik Kıyılarında göstermeye başlamış. Aman ne mutlu bize!

Kendisini biraz tanıtmam gerekirse; El Nino'nun rüzgar sirkülasyonunun kalıplarındaki değişimlerden  meydana geldiği düşünülmekte. (Bu kötü ruh'un, bir de kız kardeşi var adı La Nina, bu ikisi dünyanın başına bela olmuş şeytanlardır.)

Normalde rüzgarlar, batı kıyılarına doğru hareket ederken, sıcak yüzey suyunu da Endonezya ve Avustralya'ya doğru taşırlar ve soğuk suyun Güney Amerika kıyılarından yüzeye çıkmasını sağlarlar.

Normal koşullarda okyanus çukurunun iki ucu arasında sıcaklık farkının büyüklüğü rüzgarların şiddetinde artmaya neden olurken; bazı zamanlarda rüzgarların bilinmeyen bir nedenle zayıflaması, batı Pasifik'teki sıcak suyun doğuya doğru hareket ederek, Güney Amerika sahillerine ulaşması ve bu bölgedeki soğuk suyun yukarı çıkamaması sonucunu doğurmaktadır. Buna El Nino denir.

Dünyadaki rüzgar sistemlerinin etkisi ile tropikal yağmurlar genellikle Endonezya üzerinden doğuya doğru yer değiştirirler. Jet Stream’in yer değiştirmesi, fırtınalar ve musonlar, dünyanın bir çok bölgesinde mevsimlere bağlı olmayan hava olayları, El Nino’nun olası etkileridir.

Bu şeytanın, ülkeler bazında etkisini sıralamak gerekirse: 

Bu yılın eylül sonuna kadar Pasifik’e yayılacak olan sıcak su akıntısının bölgenin doğusunda kuraklığa, Amerika kıtasında sellere neden olması bekleniyor. Son 56 yılın en kurak yazını yaşayan ABD’de, kışın da sert geçmesiyle dünya gıda fiyatları iyice yükselecek.

Colombia Üniversitesi’nin açıklamasına göre El Nino’nun vurduğu ülkelerde yeni çatışmalar doğması riski ikiye katlanıyor. Her beş çatışmanın birinin temelinde El Nino kaynaklı afetler var.

Mali’de 100 binden fazla insanın göç etmesine neden olan kuraklık, İslamcı militanların ülkenin kuzeyinde beş ay önce bağımsızlık ilan etmelerine zemin hazırladı.

Kuzey Kore’de reformlar sellerle geldi. Geçen ay 88 kişinin öldüğü sel sonrasında zaten zor bulunan pirincin fiyatını iyice yükseltti. 24 milyon kişi aç, 5 yaşın altındaki çocukların yaklaşık üçte birinin gelişiminin normal olmadığı, onlarcasının temiz su ve hijyen koşulları  yüzünden ishalden öldüğü kaydedildi.

Suriye topraklarının %60’ı  en büyük kuraklığı yaşadı. El Haseke bölgesinde rekolte %75 düştü, büyükbaş hayvan sayısı %85 azaldı ve 1.3 milyon insan krizden etkilendi.

Kuraklık yüzünden açlık sınırındaki Yemen’lilerin sayısı, 2009’dan beri ikiye katlanarak 5 milyona ulaştı.

2008’de Myanmar’da 140 bin kişinin ölümüne neden olan Nergis Siklonu, Royingha Müslümanlarının yaşadığı Arakan’ın güneyini de etkilemişti. Müslümanları Bangledeş’e göçe zorlayıp, topraklarına el koymak isteyen Budistlerin saldırıları afetten bu yana hızla arttı. Bugün binlerce Müslüman, BM’nin gıda yardımına muhtaç bulunmaktadır. Açlık ve sefaletin yanı sıra organ mafyasıyla da mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. 

Tayland’da son sellerin ardından yüzen işportacılar türedi.

Bangladeş’te seller sebebiyle, yerel halk Hindistan’a kaçak yollarla girmeye çalışıyor. 

Hindistan’da muson sezonunda beklenenden az yağış oldu. Ülkenin tahıl ambarı sayılan Pencap bölgesinde bir çok çiftçi ekim dahi yapamadı. Geçen ay 670 milyon insanın etkilendiği elektrik kesintileri yaşandı. Tüm bunlar gıda fiyatlarının daha da artacağının habercisi. Hindistan’ın 1.4 milyarlık nüfusunun 700 milyonu aç ve günlük gelirleri 1 €’nun altında.

Yukarıdaki verilerin, El Nino öncesi veriler olduğunu ve  El Nino’dan sonra başımıza neler gelebileceğini dikkatinize sunarım.

Hızla Üremeye, Ormanları Yok Etmeye,
Kyoto Anlaşmasını İmzalamamaya, Sera Gazlarını Atmosfere Salmaya,
Her şeyi Kirletmeye Devam Edin.




24 Ağustos 2012 Cuma

"Hasetle İman Bir Kalbde Beraber Bulunmaz"




Çekememezliğin en düşük seviyede ki zararsız  haline gıpta denir (şu an konumuz değil); en üst seviye olanı ise kıskançlık, çekememezlik veya Arapça her iki manada kullanılan ‘haset’ sözü ile tanımlanır.

Kabil ve Habil’den bu yana insanlığın geçmek bilmeyen ve enkarneler boyunca taşımış olduğu bu hastalığın oluşum nedeni; herhangi bir bakımdan (beşeri ilişkiler, sağlık, zenginlik, güzellik, bilgi, zekâ, mutluluk, başarı, saygınlık,  vb) kendinden üstün gördüğü birinin, bu üstünlüğünden dolayı hazımsızlık  duymasıdır.

Haset eden kişi, başkalarının sahip oldukları, kendisinin ise sahip olamadığı özellikleri çekemez, kendi olumsuzluklarını da düzeltemeyeceklerinden;  etrafındaki insanları küçük düşürmek için büyük gayret sarf ederler.

Bu insanlar  kompleksli, içten pazarlıklı, ikiyüzlü ve kıskançtırlar. Dost gibi görünürler, menfaatlerine ters düştüğünüz anda,  tüm çirkinliklerini gözler önüne sererler. Karşı tarafı küçük düşüreyim diye çırpınır dururlar ama zamanla anlaşılır ki, aslında küçük düşen  kendisidir.

Bu hastalık kendisini o kadar esir almıştır ki; doğru düşünemez, doğru değerlendiremez, doğruyu göremez; iyiliklere kötülük derler.

Hasetliğin kölesi olan bu zavallılar,  içlerindeki bu ayrık otunu temizledikleri müddetçe tüm vakitlerini ibadetle geçirmiş olsalar dahi; varoluş boyutunun bu son perdesinde bir daha asla evrim programlarına alınmayıp, hiç var olmamışcasına  yok olacaklardır.


……… min şerri hâsi-din izâ hased!

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Başkente Penguen ve Kutup Ayıları Geliyor

AA’sı geçtiğimiz günlerde bir haber geçti. AOÇ Hayvanat Bahçesi yetkilileri”AOÇ Hayvanat Bahçesi’ni, Ortadoğu’nun en büyük hayvanat bahçesi yapacağız” demişler.



Hayvanat bahçesinde her türden hayvan bulunmadığını ve bazı türlerin eksik olduğunu söyleyen yetkililer, ihtiyaç duydukları hayvan türleri için Güney Afrika'nın Ankara Büyükelçiliği ile iletişime geçtiklerini belirterek; "Elçilikten hayvanat bahçesinde olmayan zebra, dişi aslan, gergedan, leopar, fil, penguen ve Afrika antilobu istedik. Büyükelçiliktekiler, talebimize olumlu yaklaştılar, en kısa zamanda hayvanat bahçesinde yeni hayvanları görmek istiyoruz; proje tamamlandığında hayvanat bahçesinde, 2 bin dönümlük safari alanları, hayvan hastanesi, tünel akvaryum ve hayvanların türeyebilecekleri yerler olacak. Şu anda hayvanat bahçesinde kutup ayısı ve penguen gibi soğuk iklim hayvanları bulunmuyor. Ortadoğu projesiyle penguen ve kutup ayısı gibi soğuk ikim hayvanlarının yaşayabileceği özel bir sistemi AOÇ'de  gerçekleştirmek istiyoruz” diye beyanat vermişler.

Bu yaz Ankara’da kelimenin tam anlamıyla kavrulduk, yandık, bittik. Zavallı kutup ayısı ve penguenleri Ankara sıcağında, yetersiz bir tesiste düşünemiyorum bile…. Penguen olarak; skipper, kowalski, rico ve private ve lemur  King Julien gelecek ise bak o zaman oldu! Bir şey demez, saygıyla önünüzde eğiliriz.
Kutup ayısı ve penguenleri geçtim, '2 bin dönümlük arazide safari imkanı' lafı, ister istemez aklımıza Kruger Milli Parkı'nı getiriyor. 19,485 km²’lik bir alana sahip olan bu park ve bitişindeki Limpopo’yu katarsanız, iyice geniş bir alana yayılmaktadır. İçerde beş büyük denilen aslan, leopar, fil, gergedan ve su aygırı haricinde çita, hipopotam, zebra, antilop çeşitleri, maymun, çakal, buffalo, zürafa ve bol kuş çeşitleri görülebilir.

2006 yılında kaybolan 6 metrelik piton Pakize'yi hatırladınız mı? Kaybolduğu ancak 2 ay sonra fark edilmişti. Piton kaybolduktan sonra hırsızlık dahil pek çok olasılık üzerinde durulmuş ve 3 özel güvenlikçi gözaltına alınmıştı. Güvenlik görevlileri, savcılık tarafından serbest bırakılırken, zamanın Çevre ve Orman Bakanı, "Piton bulunana kadar şiş kebap yemeyin" esprisi yapmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanı ise; "Piton yılanının kebap olacağını tahmin etmiyorum. Bence olsa olsa ya bir sirkte gösteri hayvanı, ya da lüks bir mağazada ayakkabı olur" demişti.

Geçmiş deneyimlerini göz önüne aldığımızda; safari imkanı sunacak olan Ortadoğu'nun en büyük hayvanat bahçesinin, hayli ilginç olaylara gebe olacağını şimdiden söyleyebilirim.

Ben, sevgili penguenlerime döneyim.

skipper: beyler, bir tatile ihtiyacımız var. O lemurdan uzağa bir yere gitmeliyiz.
private: bir hayvanat bahçesine gidebiliriz, orda pandalar ve hipopotamlar ve sürüngenlerle dolu bir oda varmış
skipper: private, yaşadığımız yerin bir hayvanat bahçesi olduğunun farkındasın di mi?
private: ama başka bir hayvanat bahçesini ziyarete gidebiliriz!
skipper: rico?

skipper   : hava sıcaklığı nedir kowalski?
kowalski : - 27 , sümüğün donma noktası

Skipper, kowalski, rico ve private ve King Julien’den uzaklaşıp, konumuza tekrar geri döneyim.  Kutup ayısı, penguen, ortadoğu kelimelerinin bir araya gelmesiyle aklımıza ilk gelen muzurlukları  hatırlayarak, konuya noktamızı koyalım.



20 Ağustos 2012 Pazartesi

Gezegen Hikayeleri'nde Mars : Kroisos (Karun)'un Öyküsü





Her iki Mars bilincinin bir harmanlanmasının örneği olarak, Kroisos adıyla Lidya’da bedenlendim. Genetik yapım hem Karınca türünün saldırgan eğilimini, hem de Saygıdeğer Irk’ın şiddet karşıtı inançlarını barındırıyordu. Yaşamımın amacı, görünürde zıt olan bu kişilikleri dengelemeyi öğrenmekti.

Babam Alyattes, Iyonya’nın neredeyse tümünü fethetmişti. Ben babamın Genel Valisi ve Ordusunun Komutanı’ydım. Babam ölümünden sonra üvey kardeşimle biraz çatıştıktan sonra Kral oldum. Önceleri mükemmel bir yaşantım vardı.

Dışarıdan bakanlar, altın madenlerime, fethedilen ülkelerden aldığım vergilere, gücüme, haşmetime ve başkentim olan Sardis’in doğu/batı ana ticaret yolunun üstünde olmasına gıpta ediyorlardı.
Bütün bunlar beni hayal edilemeyecek kadar zengin yapıyordu. Ama adım tarihe zenginliğin eş anlamı olarak yazıldı. Kroisos (ya da Karun) ismi o günden beri bir zenginlik simgesi olarak bilinir.
Lidya’lılar eğlenmeyi seven, hoş insanlar olarak tanınıyorlardı. Bizden geriye kalan sanat eserleri, el sanatları bizim dans etmeyi, müziği, güzelliği ve ailelerimizi ne kadar sevdiğimizi gösterir.
Bu sanat eserlerinde de görüldüğü gibi ziyafet alemlerinde müziğe kendini kaptırarak dans eden dansçılara, flütçüler ve arpçılar eşlik ederlerdi. Kadınlar ve erkekler bir yandan yiyip, içerken, bir yandan birbirlerinin kollarında yatarlardı. Kadınlar, sevgi dolu aile sahnelerinde eşit rollere sahiptiler.

Mezarlarımız, minik odacıklardan oluşan evlere benzerdi, her odada bir aile üyesinin lahiti bulunurdu. Yunan tarihçileri, M.Ö. 8. Yüzyılda yaşanan kıtlıkta bile, zevk içinde yaşadığımızı söylerler.
Anlattıklarına göre, Lidya’lılar bir gün kumar oynayıp oruç tutarlar, ertesi gün ziyafet düzenliyorlarmış. Ertesi gün yine oruca ve kumara dönüyorlarmış, vb. Bu hayali yöntemle, onsekiz yıl süren kıtlıktan, yaşam biçimimizden ödün vermeyerek çıkmışız.

Bu güzel yazgım uzun sürmedi. İlk oğlum sağır doğduğunda yazgının ilk sillesini yemiş oldum. Oğlum konuşmayı öğrenemeyeceği için benden sonra Kral olmayacaktı.
İkinci oğlum büyüyüp bir delikanlı oldu ama bir av kazasında öldü. Kendi kişisel kaderime ek olarak, Pers Kralı I. Kyros, Med ülkesini fethederek bizi tehdit etmeye başladı.
Ufukta yükselen bu tehlike karşısında Mısırlı’lar, Isparta’lılar ve Babil’lilerle görüşmeler yaparak, ittifak kurmaya çalıştım. Aynı zamanda Delfi’deki ’deki Yunan tapınağı’na altınlardan oluşan yüklü bir hediye göndererek öğüt istedim.

Tapınak’taki Kahine bir çok kez kehanetleri için para ödemiştim. Bu kez Delfi’deki  kahin gizemli bir yanıt göndermişti. “Eğer nehri geçersen, bir krallığı yok edeceksin.” Bu yanıtı, müttefiklerimi beklememem gerektiği yolunda yorumladım.

Bu düşünceden yola çıkarak, inisiyatifimi ele alıp, Pers ordusunu yolda karşılamaya karar verdim. Ordumu nehirden geçirdim. Pteria’da çarpışmaya başladık ama bu her iki taraf içinde hezimet oldu. Bundan sonra Sardis’e dönüp, yeniden bir grup oluşturmaya karar verdim.
Kyros, Lidya ordusunu takip etti ve bize beklemediğimiz bir anda, kent surlarının hemen dışında saldırdı. Büyük bir şaşkınlığa uğramıştık. Çok geçmemişti ki, Pers’lerin değil, benim Krallığım yok olmuştu.
M.Ö. 526 yılında tutsak düşmüştüm. Başkentim fethedilmişti ve Lidya Krallığım sonsuza kadar yeryüzünden silinmişti.
Ancak Yunan’lı tarihçiler, Kroisos’un başına neler geldiği hakkında her zaman çelişkili bilgiler vermişlerdir.

Bacchiylides yazıtlarında, kendimi bir ölü yakma töreninde ateşe atarak yakmaya çalıştığımı, ancak bunda muvaffak olamayarak yakalandığımı anlatır.

Heredot ise, Kyros tarafından yakılmamın emredildiğini ancak Yunan Güneş Tanrısı Yüce Apollo tarafından kurtarıldığımı uzun uzun anlatır.

Ona göre, daha sonra Kyros’dan sonraki Kral Kambuzya’nın yanında Mısır’da görülmüştüm. Yunanistan’da doğan Pers’li doktor Cterias da, Kroisos’un, sonunda Med ülkesinde Barene Valisi olduğunu anlatır.
O gün, M.Ö. 526 yılında büyülü olaylar olmuştu. Sardis’in savunma savaşımızda her şey çabucak olup bitmişti. Plan yapacak ya da düşünecek kadar zamanımız yoktu. Pers’liler kentin içinde hızla yayılırken, kenti yakıp yıktılar ve yağmaladılar.

Ben savaşın en civcivli yerindeydim. Sağır oğlumdan gidip, anne ve kız kardeşlerini korumasını istedim. Oğlum ailesini savunurken öldü. Sevgili eşim ve kızlarım paramparça edildiler. O günün sonunda esir alınmış ve Kyros tarafından yargılanmak üzere ona götürülmüştüm.
Düşünün, tam anlamıyla ezilmiş ve yenilmiştim; zafer kazanmış Pers Kralı’nın önünde dizlerimin üstünde zincirlerle bağlanmış duruyordum. Benim için ölümden başka kaçış yoktu.
Kyros tam ölüm emrimi verecekti ki, başımı kaldırıp Pers Kralının ta gözlerinin içine baktım. Tam o anda gerçeği gördüm. Ailemin zalimce katledildiğini, krallığımın yok olduğunu biliyordum ama o anda her şeyi bağışlamaya karar verdim.
Öfke ve kin içinde ölmektense, Mars’lı ruhumun derinliklerine daldım ve orada derin bir huzur buldum. Öfke ve umutsuzluk içinde ölmekten daha iyi bir yol olmalıydı. O bilinçli karar anında, ölümün eşiğindeyken, bir değişim geçirmiştim.

İşte o an, barışçıl bir savaşçıya dönüşmüştüm. Kanlı, kirli bedenim, başka dünyaya ait bir ışıkla altın gibi parlamaya başladı. Bu içten gelen esrarengiz ışıma, o karanlık geceyi gün gibi aydınlatmıştı.
Kyros ve askerleri hayretle geri çekilmişlerdi. Gördüklerine inanamıyorlardı, nefesleri kesilmişti. Böyle bir şey nasıl olabilmişti? Gözlerinin önünde bir Tanrı’ya dönüşmüştüm! Bu bir mucizeydi!

Benim Güneş Tanrısı Apollo’ya dönüştüğümü sanmışlardı. Bir tanrıyı öldürmeye cesaret edemiyorlardı.  İşte hayatım Sadris’te böyle kurtulmuştu.

Kyros bana ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Beni uzun süre zindanda tuttu. Arada sırada beni saraya çağırtıp, tutumumu değiştirip değiştirmediğime bakıyordu. Ben nefret etmeyi hala reddediyordum.  Herkesi sevmeye ve onlara merhamet duymaya devam ediyordum.
Yaşlı kral için bir bilmeceydim. Bir savaşçıda böyle bir ruhsal gücün  bulunmasına bir türlü inanamıyordu.  Zaman geçtikçe Pers Kralı bana hayranlık, sevgi ve saygı duymaya başladı; sonunda güvenini kazandım.

Beni Pers sarayına kabul etti ve bana görev verdi. Bundan sonra hayatıma barışçıl bir savaşçı olarak yaşadım. O yaşamımda, insanlara Mars’lı saldırganlığının sevgiyle yumuşatılabileceğini göstermiş oldum.
Işık Birliği’nin uzun vadeli planları, yazgıların en yükseğini yaşamayı seçen savaşçıların içinde meyve verir. Tek bir adam bile yok etmek yerine bağışlamayı seçerse, karşı taraflar arasındaki çekişme sona erebilir. Tek bir kişi bile barışçı olmayı seçerse, ötekiler içinde bir yol açar ve onlarda sorunlarını barışçı yollarla çözerler.

İşte Mars’lıların yücelme öyküsü böyledir.


Gezegen Hikayeri'nde Mars


Bildiğiniz gibi Mars, Yunan ve Roma mitolojisinde daima savaş ile ilintilidir ve sayısız hikayelere konu olmuştur.  Mars'ta hayat var mıdır; yok mudur? Yoksa herkes dünyada mıdır? Sizlerde farklı bir bakış açısı oluşturması için Celeste isimli medyumun 1991 yılında yazmaya başladığı “Gezegen Hikayeleri”nde Mars’la ilgili aldığı bilgilerin bir kısmını sizlerle paylaşacağım.

Mesajı veren “Kroisos, Gezegenler Konseyinde  Mars’ın Temsilcisi”

Dünya gibi Mars’ın da taştan oluşan bir çekirdeği, bir atmosferi, suyu, mevsimleri vardır ve ısısında ılıman değişimler görülür. Dünya gibi, Mars’ta evrimine 3. Boyutta bir çok yaşam formlarıyla başladı. Bahçıvanlar, yeni oluşan Güneş Sistemine bir çok gezegen tohumları ektiğinde, Mars’ta çeşit çeşit canlı biçimleri oluşmaya ve gelişmeye başladı.

Daha sonra Gözlemciler, Yüksek Işık Bilinçlerini aşılamak için en başarılı yaşam biçimini seçmeye geldiklerinde, önlerinde pek çok seçenek buldular. En sonunda 2 böcek biçimli formda karar kıldılar.

Birisi dünyadaki karıncalara benziyordu. Öteki ise daha çok peygamber devesine benziyordu. Gözlemciler, her iki yaşam formunda da zeki bir gelişme için eşit derecede potansiyel buldular. İkisinden birini seçmektense, her iki ırka da ışık aşılamaya karar verdiler.
İki canlı türü de aynı ortamda aynı zamanda geliştiklerinde, aynı bölge için rekabet etmek zorundadırlar. Bu alışılmadık karar yüzünden oluşan durum, ta başından beri bir güç çatışmasına eğilim gösterdi. Bu karar yüzünden, her iki cins arasında koşullara özgü bir rekabet atmosferi oluştu, bu da Mars’ı o kırmızı savaş gezegenine dönüştürdü.

Gözlemcilerin işi, genişleyen kozmos’ta, dağıttıkları Yüksek Işık Bilincini, kişilere aşılayarak, onların ne yapma bilincine ulaşmalarına yardımcı olarak bir farkındalık sağlamaktır. Daha büyük farkındalığa varmak, ortama daha hızlı bir biçimde adapte olmayı sağlar. Bu da bilincin daha çok gelişmesini sağlayan fazladan bir enerjiyi beraberinde getirir. Evrimin helezonu böylece hızlandırılmış olur.
Bu iki insanın helezoni bir merdivende yukarı aynı anda çıkmaya çalışmasına benzer. Merdiven her ikisine de dar gelir ve ilerleyemezler. Eğer iki kişi itişip kakışmayı bırakır, içlerinden birinin öne geçmesine izin verir, sonra da onu izlerse, hiçbir engelle karşılaşmadan ilerlerler. Böyle olmazsa karmaşa başlar ve kimse ilerleme kaydedemez. Mars’ta da böyle olmuştu. Her iki türde evrim merdivenlerini aynı anda tırmanmaya kalktı.

Çatışma kaçınılmazdı. Başlangıçta her iki tür de çevrelerinde kendilerini meşgul eden bir sürü zorluklarla karşılaştı. Uzun asırlar boyunca, genişleyen zekalarını çevreyi keşfetmek için kullandılar.

Karınca varlıklar son derece düzenli, komünal bir toplum kurmuşlardı, tıpkı dünyadaki karınca kolonileri gibi, onlara büyük bir güç veren birlik bilinci geliştirmişlerdi ama bu birlik duygusu bireysel yaratıcılığa hiçbir şekilde izin vermiyordu.
Öte yandan, peygamber devesi ırkı, ruhla ilişki kurma üzerine yoğunlaştı. Bu ırk dış çevrelerini, yüreklerini, zihinlerini, içten geliştirerek, değişmeyi amaçlıyordu. Bu iki ırkta sonunda kendilerini evrim basamaklarında itişirken buldular. Karınca ırkı hiçbir şekilde geri adım atmaya niyetli değildi. Tek bildikleri, kararlaştırılan işi tamamlamak ya da görevde ölmekti.

Bu süreçte kaç kişinin öldüğü önemsizdi. Tek önemli olan, topluluğun iyiliğiydi. Karıncalar zafer kazanana ya da ölene kadar devam edeceklerdi. Yani çekişmeden çekilmek ve karıncaların merdivenden önce çıkmalarına izin vermek peygamber develerine düşmüştü.

Karıncalar bir an bile duraksamadan her yere büyük bir hızla yayıldılar. Nüfusları Mars’taki bütün türlerin nüfusunu aştı. Karıncalar, asırlar boyunca denetimsiz biçimde çoğaldılar ve fanatikleştiler. Bu saplantıları, onlara yaşamın öteki yönlerini göz ardı ettirdi. Yaşam düzenlerini eski kurallara ve kanunlara sıkı sıkıya bağlı kalarak sağlıyorlardı. Kimseye kendisi için düşünüp, kendisi için hissetmeyi öğretmiyordu.

Sorumluluk bilinçleri çok gelişmişti ama yaratıcı değillerdi. Sadece bir grup, değişiklik yapabilecek kadar güçlü ve yeni fikirleri olan bireyler sayesinde gelişebiliyordu. Birlik bilinci güçlüdür ama bireysel yaratıcılığa duyulan saygıyla denetlenmesi gerekir.

Mars’taki karınca türü, tümüyle sol beyine dayanan, mantıklı, saldırgan, eril bir toplum geliştirmişti.  Kendilerinin sağ beyine dayanan, sezgisel, kavrayışlı dişil yönünü göz ardı etmişlerdi.
Mars’ta bu süreç, aşırı uçlara götürülerek, kendini yok edişe kadar sürmüştü. Sonunda karınca türü hem çevresini hem kendisini yok etti.

Karınca türü, merkeze bağlı koloniler biçiminde örgütlenirken, peygamber devesi türü, isterseniz onlara Saygıdeğer Irk diyelim, tam anlamıyla farklı bir kültür geliştirmekteydi.

Adlarının da akla getirdiği gibi dış dünya yerine ruhun iç dünyasına yoğunlaştılar. En çok saygı duyulanları; dişil, algısı ve sezgileri güçlü, manyetik bir kişiliğe sahip olanlarıydı. Tüm kararlar içe dönülerek, ruhla birleşerek ve varoluşun daha yüksek boyutlarından ilham alınarak veriliyordu.
Ben Kroisos, Saygıdeğer Irk’ın bir üyesiydim. Asırlar bize sevginin, bütün güçlerden daha güçlü olduğunu öğretti. Aklı ve yüreği bir ederek,  yaratmayı öğrendik. Kentler yerine tapınaklar yaptık çünkü daha yüksek ruhsal güce ulaşmak bizim için elzemdi.

Tüm sanatçılarımız ve yaratıcı zekalarımız,  ruhu maddenin içinde somutlaştırma üzerinde çalıştılar. Muhteşem yapılar inşa ettik. Kubbeler, kuleler, piramitler ve heykeller yaptık. Bu arada Mars’ın demir kayalıkları, her şeyin tek kaynağını işaret edercesine yükseliyordu.
Akıl ve yüreği bir ederek yaratmayı öğrendikten sonra artık anıtlarımızın şekli ve büyüklüğü için bir sınır kalmamıştı. Bütün yapıların altında ilahi geometri yatıyordu. Binalarımız sadece güzel olmakla kalmıyor, aynı zamanda içlerine girenlerin bilincini yükseltiyordu.

Bu arada karınca komşularımızı da unutmadık. Onların çılgınlıklarını asla göz ardı edemezdik. Onların yayılmalarına karşı çıkmak yerine, geri çekildik. Onların saldırganlıklarından kurtulmak için daha yüksek boyutlara yükselerek çekildik.
Biz, evrim başmaklarından çekilip, karıncaların önden gitmelerine izin verdik. Onların o şiddetli, birleşik güçlerine karşı koymadık. Onun yerine, aynı mekanda, hızlı bir frekans kullandık.

Bu bilinç değişimi bir gecede olmadı. Orada öylece durup, karıncaların yarattığımız bütün güzellikleri yok etmelerini seyretmek bizce çok güçtü. Bazılarımız bu olaya seyirci kalamadılar.
Savaşçı olanlarımız, bu yapıtları korumak için savaşmaya gittiler ve yok oldular. 1976’da uzay aracı Viking I tarafından ilk kez fotoğrafı çekilen Mars’taki yüz ve piramitler uygarlığımızın yıkıntılarıdır.

Karıncaların, sevdiğimiz her şeyi saldırgan bir biçimde topluca yok etmeleri, inancımız yolunda en büyük sınavımız olmuştur.
Biz değişebilen dış formun, değişmez olan,  ruh kadar önemli olmadığına inanıyorduk. Maddeye mi yoksa ruha mı hizmet edeceğimiz yolunda bir seçim yapmaya zorlanmıştık. Bu toplu tekamül bizi varoluşun bir üst boyutuna sıçrattı. Saygıdeğer Irk’ın 4. Boyutta bir uygarlık kurması zaman aldı.

Bu arada karınca ırkı, Mars’ın yüzeyinde 3. Boyutta saldırgan bir biçimde yayılmaya devam ediyordu. Mars’taki bütün canlı türlerini egemenlikleri altına aldıktan sonra birbirlerine saldırmaya başladılar. Egemenliğe duydukları saplantılı gereksinim, onları kendilerini ve çevrelerini  yok edene kadar öldürmeye itti, saldırganlıklarını sürdürmek için yeraltına indiler.
Evrimlerini sürdürebilecekleri, 3. Boyutta olan bir başka gezegen buldular. Dünya en yakın komşuları, deneyimlerini sürdürmeleri için onlara mükemmel bir olanak sunuyordu. Karınca türü kalabalık gruplar halinde Dünya’da bedenlenmeye başladı.

Ancak, evren kanunu onların yıkıcı etkilerinin sınırlanmasını gerektiriyordu. Mars enerjilerinin çoğu, Dünya karıncalarının küçük bedenlerinde bedenlendi. Saldırgan Mars bilincinin, ihtiyaçları karşılandığı sürece, bireyselliği düşünmeden grup içinde ölen karıncaların bedeninde sürdürülmesine izin verildi.
Bir şey daha var aslında: Karınca görmeye dayanamayan ve her fırsatta onları öldürmeye çalışan kişiler, geçmişte başka alemler de yaşanmış savaşlara tepki göstermektedir. Unutmayın, savaşçı bilinç birçok çatışma olasılığı yaratır.

Bu da  barışçıl savaşçının koşulsuz sevgiye ve sarsılmaz huzuruna ulaşması için gereklidir. Mars bilinci, Dünya’da ilahi plana hizmete devam etmektedir. Saygıdeğer Irk’ın üyeleri de dünyada bedenlenmişlerdir. Bunların, 3. Boyuttan, 4. Boyuta geçmeleri onların asla kusursuzluğa eriştiklerini göstermez. Onların daha öğrenecek çok şeyleri vardı. Zamanla o anda idrak edemedikleri bir çok şeylerin farkına vararak, Işık Birliği’nin değeri anlaşıldı ve bu birliğin geleneğine uyularak ve hizmet vererek evrimleşmeyi kabul ettiler.

Dünya’nın koşulları, bizim geçmişteki Mars deneyimimizin koşullarına o kadar çok benziyordu ki, Saygıdeğer Irk’ın pek çok üyesi, zorlukla kazandığı bu bilgeliği Dünya insanıyla paylaşmaya gönüllü oldu. Bizler, Dünya’ya savaş karşıtlığını öğretmeye geldik.

Dünya tarihine bakarsanız, bütün öteki felsefelerin yanı sıra pasifist bir felsefenin geçmişten beri süregeldiğini görürsünüz. Bu barışsever düşünürler, savaşçı bilinçler kadar gösterişli değillerdir. Onların fikirleri genellikle, sorunların çözümü için önerilen şiddet yanlısı fikirler arasında kulak ardı edilir. Bu bilincin çağdaş ve tanıdık örnekleri arasında Gandhi’yi ve Martin Luther King’i gösterebiliriz.
Bunların hepsi aslında Mars’taki Saygıdeğer Irk’ın bilgeliğini ve deneyimlerini bilinçlerine kazımış, ruhsallığı merkez almış filozoflardır. Ortadoğu asırlar boyunca her iki Marslı yaşam biçimi için uygun deneyim arenası olmuştur.