27 Kasım 2012 Salı

Prens’e(/Prenses’e) Dönüşmeyen Kurbağalar






Bir zamanlar yedi güzel kızı olan bir kral varmış. Bu kızların en güzeli en küçük olanmış. Güzel günlerde sarayın yakınındaki serin gölün kıyısında altın topuyla oynamaya bayılırmış. Bir gün kız topunu havaya atmış ve beklenmedik bir şey olmuş. Top göle düşmüş! “Topum gitti!” diye ağlamış kız. “Ben senin topunu getiririm,” demiş gölün kıyısındaki küçük bir kurbağa. “Ama benimle arkadaş olacağına, yemeğini paylaşacağına ve geceleri yatağına alacağına söz verirsen” diye devam etmiş kurbağa. “Tamam ” demiş kız. Ama kurbağa suya dalıp kızın topunu ona geri vermez koşarak saraya dönmüş.

Akşam kral ve ailesi sofraya oturmuşlar. Tam yemeğe başlamak üzerelerken kapıdan bir vraklama sesi gelmiş. Küçük prenses duymazdan gelmeye çalışmış. Ama kral meraklanmış. ” Kim o?” diye sormuş. Prenses bunun üzerine kurbağaya verdiği sözü babasına anlatmış. ” Söz sözdür kızım,” demiş babası. Böylece prensesin nefret dolu bakışlarına rağmen kurbağaya sofrada yer verilmiş.

Yemekten sonra kız tek başına yatağına yönelmiş. Kurbağa masadan, ” ya ben ne olacağım? ” diye vraklamış. Kral kızına, “Verilen sözlerle ilgili söylediklerimi unutma” demiş. Prenses kurbağayı yanına alıp odasına götürmüş ve bir köşeye bırakmış. ”Yastığına gelmek isterim demiş,” kurbağa. Prenses gözyaşları içinde kurbağayı yastığına bırakmış.

Tam o anda kurbağa yakışıklı bir prense dönüşmüş. “Korkma, ” diye gülümsemiş. ”Bir cadı beni kurbağa yapmıştı ve bu büyüyü ancak bir prenses bozabilirdi. Umarım arkadaş olabiliriz. Hem bak artık bir kurbağa değilim.” Prens ve prenses çok geçmeden evlenmişler ve düğünlerinde tabii ki bazı yeşil dostlarını da davet etmeyi unutmamışlar.



Hikaye,  ilk tanışmada yatağa atılan kızın hikayesi ve bizleri uyarıyor;

- Altın bile olsa oyuncağın (maddenin) peşinden koşma,
- Söz verirken dikkat et, seni yanlışa sürüklemesin,
- Herşeyin bedeli var,
- Dünyada kötü insanlar (cadı) vardır,
- Amacı doğrultusunda sizi kullanmak isteyenler vardır,

listeyi bu şekilde uzatabiliriz. Bu yüzden çocuklarımızın minik  beyinlerini olmayacak prens/prenses hikayeleriyle bulandırmak yerine, hayatın gerçeklerini öğreterek, hayal kırıklığı, üzüntü, mutsuzluk yaşamayacakları bir gelecek inşa etmelerine yardımcı olabiliriz diye düşünüyorum.

Hikayemizin ana konusu kurbağa, o halde önce kurbağa’yı tanımlamakla işe başlayalım: Kaypaktırlar, sağa sola sıçrayıp kaçarlar, ortama göre renk değiştiren türleri vardır, bazıları zehirlidir, uzun dilleri vardır, atletiği de vardır, kilolusu da, çamura yatmayı severler, eş yaşamı çokludur, siğil bulaştırabilirler (tıpkı HPV gibi), …


İnsani özelliklere ne kadar yakınlar değil mi?

Kurbağa İnsanlardan örnekleme yapalım. Öncelikle, eğitimli kurbağa/eğitimsiz kurbağa diye bir şey yoktur. Kurbağa kurbağadır.

Diyelim ki; karşınıza aşırı derecede yakışıklı/güzel birisi çıktı, maddi yönü de standartların hayli üstündeyse, başta piyango size çıkmış gibi hissedersiniz değil mi?

Baştan söyleyeyim; hayatında sadece siz olduğunuzu düşünmeyin, ilk başlarda sadece siz olabilirsiniz ama bir müddet sonra sarışının adı, esmerin tadı tarzında gizli gizli veya aleni eylemleri olabilir. Kıskançlık yapmanızı/hesap sormanızı sevmezler ama aşırı kıskançlık görüntüsü ile sizi esir alır (maksat başka kurbağaya gitmesin). Maddi yönü kuvvetliyse, bir müddet sonra sizi bu konuda da ezmeye başlayabilir. ‘Ben’ merkezcidir. Kendini bulunmaz hint kumaşı tarzında görür. Kendi kusurlarını görmez ama sizinle uğraşır, saçın, gözün, kıyafetin, kilon, göbeğin…. 

Kabuk bağlamış yaralarınızı daha fazla kopartmayayım en iyisi.


Değişik bir zamanda yaşıyoruz. Bireyler arası sosyal ilişkiler minimum düzeyde sürüyor  bu da tabiî ki partnerimizle olan ilişkilerimizi cinsellikle sınırlandırıyor ve artık ortak paylaşım ruhunun kalmadığını gözlemliyorum. Herkes bireysellik peşinde, halbuki dünyaya bireysel yaşam formatı sürmek üzere gelseydik, dünyada aseksüel yaşam formatı olurdu. Fakat bu çoklu, karışık, hayvansal yaşam formatı süreceğiz anlamına da gelmiyor. 

Varoluş hikayemizin en başında Havva’nın, Adem’in kürek kemiğinden yaratıldığını söyler; bu da kadın ve erkeğin aslında ayrılmaz bütün veya birbirlerinin tamamlayıcısı olduklarının  öğretisidir.

Kendi tamamlayıcımızı bulana kadar epey bir yol sarf ediyoruz ve bu yolda maalesef ki; karşımıza cadılar, kurbağalar da bolca çıkıyor, çıkmasına da asıl siz karşınızdakinin iç yüzünü fark edecek kadar uyanık mısınız? Yoksa prens/prenses’e dönüşür diye hayal aleminde mi yaşıyorsunuz?

Hayal aleminde yaşayanlar, silkelenip uyanın dört dörtlük insan yok! O yüzden Prens/Prenses beklemenin hayali niye? Ayrıca, sonradan ben bunu törpüler değiştiririm diye de düşünmeyin, değişmezler. Odun odundur, kurbağa, kurbağadır.


Dış görünüş önemli deseniz, dünyanın en güzeli/yakışıklısı bile gün gelip, tam tersi olabiliyor. Maddiyat deseniz bir gecede gidebilir. Sağlıkta her an elimizden kayabiliyor. Aslında kelebekler gibiyiz sadece yaşadığımız an var, bir sonraki adımı göreceğimizin garantisi yok.

Bu yüzden yanında rahat ettiğiniz, birlikte konuşabildiğiniz, birbirinizi dinleyebildiğiniz, sizin duygusal hallerinizi sesinizdeki/yüzünüzdeki minik bir titreşimden bile anlayan, yanında kendinizi eksik/fazla hissetmediğiniz, birlikte vakit geçirmekten sıkıntı duymadığınız, saygı ve güven duyduğunuz, bireylerle yolunuza devam ediniz. Bunun için bir sürü kurbağayı da öpmeye gerek yok; aklınız, mantığınız ve kalbiniz size en uygun hayat arkadaşınızı bulmanıza yardımcı olacak, 100 hata yerine 10 hatada en doğruyu bulacağınıza inanıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder