20 Şubat 2013 Çarşamba

Mutlu İneklerin Ülkesi, İsviçre



Bana İsviçre’yi  kelimelerle ifade et deseniz;  kar, dağ, soğuk, saat, banka, tarafsız ve sıkıcı kelimeleri ile size tanımlayabilirdim. Bu tanımlamalar yüzünden ‘görmesem de olur’  dediğim ülke sıralaması içinde yer almaktaydı tâ ki, yurtdışı atarımızın gelip, orası burası şurası neresi diye gidecek yer bulamayıp, ‘üfff bu sefer de İsviçre olsun bari nasıl olsa bir ay sonra ABD seyahatimiz var’ diyene kadar.

Zürih’e gitmeye bu koşullarda karar verdik ve kendimizi İsviçre B.Elçiliği kapısında bulduk, vizemizi aldık; uçak biletlerimizi de promosyon yakalamışım ki; ohhh değmeyin keyfime.

Lakin daha otel bakmamıştım. Aman Allah’ım, internetten girdiğim düzinelerce otelde banyo tuvalet ortak, üstüne üstlük  oda ücreti ise  anasının nikahı.  Haydaaaaaaaa!

Gittiğim bilimum 5* otellerde bile,  tuvaletleri yanında götürdüğü minik çamaşır suyu şişesiyle dezenfekte eden ben, ortak tuvalet kullanacağım, hem de €’ları basacağım! Mümkünatı yok! Biletleri yakarım daha iyi! Eş, dost, akraba, İsviçre’liler temizdir, şöyledir, böyledir diyor. Nafile….

Güç bela 3* otel buldum, oda da tuvaleti banyosu var, fiyatı da uygun bu sefer de otel acaba çok mu kötü diye  karalar bağladım. Girdiğim tüm sitelerde şehir görüntüsü karanlık ve kasvetli gözükünce mideme ağrılar saplanmaya başladı. Bu seyahatte beklentimi hayli düşük tutmaya karar verdim.

Uçağın Zürih’e inişi esnasında, pist kenarında işaret betonunun üstünde duran iri bir kuş gördüm, yanlış görmüşümdür diye gözümü açtım kapattım. Hayır yanlış görmüyorum. Bildiğin, kartal bu! Dünya da kartal kalmış demek ki! Etraf yeşillik, ağaçlar falan var  ama şehir dışı genelde böyle oluyor diye kaileye almadım.

Uçak’tan indik, ara trene bineceğiz, bir tabela ‘Heidi’ye gider’ yazısını görünce gülümsedim. İngiltere metrosunu anmadan geçmeyelim dedik ve insanı bezdiren anonslarından birini ‘please mind the gap’ diyerek, trene bindik.

Tren’de bir inek sesi duydum gibi oldu, herhalde bana öyle geldi dememe kalmadı yine ‘möööö’,  ‘ineğin biri  trene mi bindi acep’ diye etrafıma  baktım. Sonra gözüme trenin camı çarptı, cam morardı ve inek görüntüleri  çıkarak ‘möö’ lemeye başladı. Ben orada kendimi kaybedip kahkahaları bastım.  

Havalimanından otele tren ile geçtik, otelimiz Hauptbahnhof'a çok yakın, elimle koymuş gibi oteli buldum. Otele girdik, kapının yanında duran şemsiyeleri görmezden geldim.  Kötü çıkar diye beklediğimiz otel her türlü hijyen koşullarımdan tam not aldı.  

Karga boku saatinden evvel yola çıktığımız için yorgunuz ama olsun, şunun şurasında 4 gün buradayız diyerek kendimizi sokağa vurduk. Her seyahatte ‘rehber’ ben olduğum için bu görevi bu sefer bizim 4. Numaraya yıktım. Kardeş’ciğim elinde harita ile bir bütün oldu ama Zürih sokaklarında ne nereye nasıl çıkar, artık 40 yıllık Zürih’li gibi bilir.


Şehrin toplu taşıtım ağı elektrikle çalışıyor ve vızır vızır işliyor. Elektrik işini nükleer santralle çözmüşler ama adamlar İsviçre’li olduğundan nükleer santrali patlatmayacaklarına eminim.

Kaldırımlar var ile yok arası; bir ülkede kaldırım ne kadar alçak ise medeniyet seviyesinin yüksekliğinin ölçüsüdür. Kaldırım yükseldikçe mağara formatına doğru gidiyoruz.

Karşıdan karşıya geçerken çok korkarım; çünkü  insanın üstüne doğru  hızlanıp arabayı sürüyorlar. İsviçre’de ise tam tersi, yaya her yerde öncelikli. Şimdi bana Avrupa’da zaten öyle diyeceksiniz ama öyle değil işte, farkı yerinde anlayacaksınız.

Hayli pahalı bir şehir, kim bilir belki de göç almamak içindir. Alışveriş meraklılarına üzücü haber.

Heteroseksüel nüfus fazla, kilo sorunu yok, yaşlıları  dinamik, kadın ve erkekler bacak güzelliklerini ve formlarını korumayı, bisiklete borçlular.

Yollar tertemiz, en ufak çöp kırıntısını bulamazsınız.

Bu arada seçim öncesine denk gelmişiz, bir politikacının parkta konuşması vardı ve yanındaki  elma sepetinden dinleyicilerine elma dağıtıyordu. Ne bileyim, çeyrek altın, çamaşır makinası, gıda/yakacak yardımı olmadığı için burun büküp hemen oradan uzaklaştık ama bu çömez politikacıyı Ankara’ya davet edip, politikanın inceliklerini öğretmek farzdır dedik.

Her yer ağaç, göl, nehir, nehir, dağ, göz  tırmalayan mimari yapılara rastlamak mümkün değil.

Sokakta cep telefonu ile konuşanlara biraz tuhaf bakıyorlar, iş peşimi bırakmadığı için sokaklarda çok konuştum o yüzden kınalayıcı bakışlara maruz kaldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.

Benzer bir durum Paris’te Pantheon’da başıma gelmişti ve kibarca binadan çıkarılmıştım.

Medeni toplumların, medeni insanları; işyerim  tatil dinlemiyor.

Şehrin içinde Limmat nehri var, kuğularla birlikte yüzüyorlar. Nehirleri  o kadar temiz ki, parlak bir gün ışığında dibini görüyorsunuz. Kutu kola, pet şişe, araba lastiği, klozet, ayakkabı bulunmaması sebebiyle, İsviçre’lileri çok ayıpladım. Hele o kuğularla yüzmek ne demek? Kuğu Gölü balesi mi yapacaksınız?

Gece hayatı için gidilecek mekanlar var ama genelde insanlar sokaklarda elinde birası, yiyeceği oturup sohbet ediyorlar. Parklar, banklar insanlarla dolu ama taşkınlık yapanına rastlamadım.

Yalnız, her renk ve ırktan kadınların çalıştığı  stripclup’un bir üst versiyonunda bolca var fakat bunu kafamda şablona oturtamadım  ama sonuçta Alman etkisidir diye kanaat getirdim.

Mecburen bir parktaki tuvalete girmem gerekti, ön yargılarımın getirdiği düşünceler ve mecburiyetin verdiği sıkıntı ile kendime küfürler ederek, tuvalete girdim ama bir kez daha beni utandırmayı başardılar. Tuvalet temiz olmanın yanı sıra duş almak isteyenler bile düşünülerek dizayn edilmiş. Bağımlı adedini tesbit etmek üzere atık şırınga bölümü bile vardı.  Fakat görebildiğim kadarıyla boştu.

İsviçre’deki ikinci günümüzü Alp’lere ve Luzern’e ayırdık. Hedefimiz 12 ay boyunca karın eksik olmadığı 3,268 m yüksekliğindeki Titlis Dağı ama önce Pilatus’a uğrayacağız.















Zürih’ten çıktık ve Cennetin başka yüzlerini gördük. Çocuklu evlerin bahçelerinde  trambolini görünce çok sinirlendim. Bizim neyimiz eksik, onların veletlerinden?












İsviçre’lilerin olmazsa olmazı inekler. Her evin en az 2-3  ineği var. Şimdi siz inek çok, et fiyatları ucuzdur diye düşünebilirsiniz ama yanıldınız. İnekler kesmek için değil.

Boyunlarında çıngırak bütün gün özgürce dağ tepe, kesilme derdi olmadan özgürce dolaşıyorlar. Eminim, Hindistan’daki inekler bile İsviçre’de mülteci olmayı istiyorlardır.

Yol boyunca aracın bir sağından bir solundan bakarak, iç geçirdik. 

Millet yaşıyor, biz ise sünüyoruz. Ağaç yok, dağ yok, yeşillik yok, nehir, göl yok. Beton bloklarda, tabiattan uzakta  hayatımızı tüketiyoruz.






























Luzern, Titlis ve Pilatus’un haşmetinden sonra yorgun argın, birazda mahsun şehre tekrar döndük. Dilimizdeki tek cümle ‘millet yaşıyor’.

Gerçi dönüp, İsviçre’lilere sorsak, onlarda bir sürü şeyden şikayet edebilirler ama isterlerse seve seve yer değiştirebilirim. Ankara becayiş isteyen bana ulaşsın.


Evet seyahatimiz neredeyse bitmek üzere geldik 3. günümüze. Göl’de tekne turu.



En uzun turu seçtik. Tekne turu dediğime bakmayın, bildiğiniz gemi. Göl boyunca çeşitli kantonlarda duruyor, yolcu bırakıp, alıyor. Sonradan öğrendim ki, bir yerde inip, orayı dolaştıktan sonra aynı biletle, bir başka gemiye binip, turu tekrar tamamlayabiliyorsunuz.

Zümrüt yeşili, tertemiz bir göl, her yer kartpostal tarzında. Hava çok sıcak, yolculuğumuzun bitiminde  iki ton karardık.

Havanın sıcak olması ve günlerden cumartesi olması sebebiyle, halk kendini göl kenarın atmış, yüzenler, teknesiyle açılanlar, güneşlenenler ….
































Neden İsviçre’de doğmadım ki?

İsviçre’yi anlatmaya kelimeler yetersiz kalıyor o yüzden fotoğraflarla anlatmak en güzeli.



























































Pazar, son günümüz; şehirde gitmediğimiz birkaç yere daha uğradıktan sonra bizi getiren tren ile havalimanına döndük.

Alışverişi çok seven birisi olmama rağmen, fiyatların hayli pahalı olması sebebiyle sadece birkaç ufak şey alabildik, o yüzden alışveriş için ideal bir yer değil, keza lokantalarda hayli pahalı fakat her ülkede olduğu gibi uygun fiyatla yemek yeme koşullarına da sahip. Markete gidin, her türlü sandviç, hazır yemek çeşitleri uygun fiyatla reyonlarda bulabilirsiniz. Zaten, iş çıkışında çalışanların hepsi bu marketlerden yiyeceğini alıp çıkıyor. Yanına birasını veya başka bir içeceğini alıp, nehir/göl kenarında sessizce yiyip, evlerinin yolunu tutuyorlar.



İsviçre’yi gidilmesi gereken yerler listenize ekleyebilirsiniz.

Bu yazımın sonunda, İsviçre Büyükelçiliğinden 'oturma izniniz çıktı buyrun gelin' diye ararlar diye umuyorum. Ararlar değil mi?



















1 yorum:

  1. Adsız20.2.13

    çok güzel bir yazıydı elinize sağlık hakikaten zürih çok güzel bir yerdir...

    YanıtlaSil