
Her iki Mars bilincinin bir harmanlanmasının örneği olarak, Kroisos adıyla Lidya’da bedenlendim. Genetik yapım hem Karınca türünün saldırgan eğilimini, hem de Saygıdeğer Irk’ın şiddet karşıtı inançlarını barındırıyordu. Yaşamımın amacı, görünürde zıt olan bu kişilikleri dengelemeyi öğrenmekti.
Babam Alyattes, Iyonya’nın neredeyse tümünü fethetmişti. Ben
babamın Genel Valisi ve Ordusunun Komutanı’ydım. Babam ölümünden sonra üvey
kardeşimle biraz çatıştıktan sonra Kral oldum. Önceleri mükemmel bir yaşantım
vardı.
Dışarıdan bakanlar, altın madenlerime, fethedilen ülkelerden
aldığım vergilere, gücüme, haşmetime ve başkentim olan Sardis’in doğu/batı ana
ticaret yolunun üstünde olmasına gıpta ediyorlardı.
Bütün bunlar beni hayal edilemeyecek kadar zengin yapıyordu.
Ama adım tarihe zenginliğin eş anlamı olarak yazıldı. Kroisos (ya da Karun)
ismi o günden beri bir zenginlik simgesi olarak bilinir.
Lidya’lılar eğlenmeyi seven, hoş insanlar olarak
tanınıyorlardı. Bizden geriye kalan sanat eserleri, el sanatları bizim dans
etmeyi, müziği, güzelliği ve ailelerimizi ne kadar sevdiğimizi gösterir.
Bu sanat eserlerinde de görüldüğü gibi ziyafet alemlerinde
müziğe kendini kaptırarak dans eden dansçılara, flütçüler ve arpçılar eşlik
ederlerdi. Kadınlar ve erkekler bir yandan yiyip, içerken, bir yandan
birbirlerinin kollarında yatarlardı. Kadınlar, sevgi dolu aile sahnelerinde
eşit rollere sahiptiler.
Mezarlarımız, minik odacıklardan oluşan evlere benzerdi, her
odada bir aile üyesinin lahiti bulunurdu. Yunan tarihçileri, M.Ö. 8. Yüzyılda yaşanan
kıtlıkta bile, zevk içinde yaşadığımızı söylerler.
Anlattıklarına göre, Lidya’lılar bir gün kumar oynayıp oruç
tutarlar, ertesi gün ziyafet düzenliyorlarmış. Ertesi gün yine oruca ve kumara
dönüyorlarmış, vb. Bu hayali yöntemle, onsekiz yıl süren kıtlıktan, yaşam
biçimimizden ödün vermeyerek çıkmışız.
Bu güzel yazgım uzun sürmedi. İlk oğlum sağır doğduğunda
yazgının ilk sillesini yemiş oldum. Oğlum konuşmayı öğrenemeyeceği için benden sonra
Kral olmayacaktı.
İkinci oğlum büyüyüp bir delikanlı oldu ama bir av kazasında
öldü. Kendi kişisel kaderime ek olarak, Pers Kralı I. Kyros, Med ülkesini
fethederek bizi tehdit etmeye başladı.
Ufukta yükselen bu tehlike karşısında Mısırlı’lar, Isparta’lılar
ve Babil’lilerle görüşmeler yaparak, ittifak kurmaya çalıştım. Aynı zamanda
Delfi’deki ’deki Yunan tapınağı’na altınlardan oluşan yüklü bir hediye
göndererek öğüt istedim.

Tapınak’taki Kahine bir çok kez kehanetleri için para
ödemiştim. Bu kez Delfi’deki kahin
gizemli bir yanıt göndermişti. “Eğer nehri geçersen, bir krallığı yok edeceksin.”
Bu yanıtı, müttefiklerimi beklememem gerektiği yolunda yorumladım.
Bu düşünceden yola çıkarak, inisiyatifimi ele alıp, Pers
ordusunu yolda karşılamaya karar verdim. Ordumu nehirden geçirdim. Pteria’da
çarpışmaya başladık ama bu her iki taraf içinde hezimet oldu. Bundan sonra
Sardis’e dönüp, yeniden bir grup oluşturmaya karar verdim.
Kyros, Lidya ordusunu takip etti ve bize beklemediğimiz bir
anda, kent surlarının hemen dışında saldırdı. Büyük bir şaşkınlığa uğramıştık.
Çok geçmemişti ki, Pers’lerin değil, benim Krallığım yok olmuştu.
M.Ö. 526 yılında tutsak düşmüştüm. Başkentim fethedilmişti ve
Lidya Krallığım sonsuza kadar yeryüzünden silinmişti.
Ancak Yunan’lı tarihçiler, Kroisos’un başına neler geldiği
hakkında her zaman çelişkili bilgiler vermişlerdir.
Bacchiylides yazıtlarında, kendimi bir ölü yakma töreninde
ateşe atarak yakmaya çalıştığımı, ancak bunda muvaffak olamayarak yakalandığımı
anlatır.
Heredot ise, Kyros tarafından yakılmamın emredildiğini ancak
Yunan Güneş Tanrısı Yüce Apollo tarafından kurtarıldığımı uzun uzun anlatır.
Ona göre, daha sonra Kyros’dan sonraki Kral Kambuzya’nın
yanında Mısır’da görülmüştüm. Yunanistan’da doğan Pers’li doktor Cterias da,
Kroisos’un, sonunda Med ülkesinde Barene Valisi olduğunu anlatır.
O gün, M.Ö. 526 yılında büyülü olaylar olmuştu. Sardis’in
savunma savaşımızda her şey çabucak olup bitmişti. Plan yapacak ya da düşünecek
kadar zamanımız yoktu. Pers’liler kentin içinde hızla yayılırken, kenti yakıp
yıktılar ve yağmaladılar.
Ben savaşın en civcivli yerindeydim. Sağır oğlumdan gidip,
anne ve kız kardeşlerini korumasını istedim. Oğlum ailesini savunurken öldü.
Sevgili eşim ve kızlarım paramparça edildiler. O günün sonunda esir alınmış ve
Kyros tarafından yargılanmak üzere ona götürülmüştüm.
Düşünün, tam anlamıyla ezilmiş ve yenilmiştim; zafer kazanmış
Pers Kralı’nın önünde dizlerimin üstünde zincirlerle bağlanmış duruyordum.
Benim için ölümden başka kaçış yoktu.
Kyros tam ölüm emrimi verecekti ki, başımı kaldırıp Pers
Kralının ta gözlerinin içine baktım. Tam o anda gerçeği gördüm. Ailemin zalimce
katledildiğini, krallığımın yok olduğunu biliyordum ama o anda her şeyi
bağışlamaya karar verdim.
Öfke ve kin içinde ölmektense, Mars’lı ruhumun derinliklerine
daldım ve orada derin bir huzur buldum. Öfke ve umutsuzluk içinde ölmekten daha
iyi bir yol olmalıydı. O bilinçli karar anında, ölümün eşiğindeyken, bir
değişim geçirmiştim.
İşte o an, barışçıl bir savaşçıya dönüşmüştüm. Kanlı, kirli
bedenim, başka dünyaya ait bir ışıkla altın gibi parlamaya başladı. Bu içten
gelen esrarengiz ışıma, o karanlık geceyi gün gibi aydınlatmıştı.
Kyros ve askerleri hayretle geri çekilmişlerdi. Gördüklerine
inanamıyorlardı, nefesleri kesilmişti. Böyle bir şey nasıl olabilmişti?
Gözlerinin önünde bir Tanrı’ya dönüşmüştüm! Bu bir mucizeydi!
Benim
Güneş Tanrısı Apollo’ya dönüştüğümü sanmışlardı. Bir tanrıyı öldürmeye cesaret
edemiyorlardı. İşte hayatım Sadris’te
böyle kurtulmuştu.
Kyros
bana ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Beni uzun süre zindanda tuttu.
Arada sırada beni saraya çağırtıp, tutumumu değiştirip değiştirmediğime bakıyordu.
Ben nefret etmeyi hala reddediyordum.
Herkesi sevmeye ve onlara merhamet duymaya devam ediyordum.
Yaşlı
kral için bir bilmeceydim. Bir savaşçıda böyle bir ruhsal gücün bulunmasına bir türlü inanamıyordu. Zaman geçtikçe Pers Kralı bana hayranlık,
sevgi ve saygı duymaya başladı; sonunda güvenini kazandım.
Beni
Pers sarayına kabul etti ve bana görev verdi. Bundan sonra hayatıma barışçıl bir
savaşçı olarak yaşadım. O yaşamımda, insanlara Mars’lı saldırganlığının
sevgiyle yumuşatılabileceğini göstermiş oldum.
Işık
Birliği’nin uzun vadeli planları, yazgıların en yükseğini yaşamayı seçen savaşçıların
içinde meyve verir. Tek bir adam bile yok etmek yerine bağışlamayı seçerse,
karşı taraflar arasındaki çekişme sona erebilir. Tek bir kişi bile barışçı olmayı
seçerse, ötekiler içinde bir yol açar ve onlarda sorunlarını barışçı yollarla
çözerler.
İşte
Mars’lıların yücelme öyküsü böyledir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder